Anadolu’nun Kuzey Batısı’nda Karadeniz kıyı yerleşmesi olan Karadeniz Ereğli, Anadolu’nun diğer bölgeleri gibi tarihçi ve arkeologların yoğun ilgisini çekmemiştir. Karadeniz Ereğli’nin tarihi ile ilgili yayınlarda, Antikçağ tarihçi ve coğrafyacılarının efsanelerle karışmış anlatımlarının etkisi görülür. Günümüzde araştırmacı ve tarihçilerimiz Karadeniz Ereğli ile ilgili bilgiler verirlerken bu nedenlerden dolayı bilimsel izahlardan uzaklaşmışlardır. Antikçağ kaynaklarının efsanelerle ve Helen yayılma ideolojileriyle karışmış tarihsel değerlendirmeleri, Karadeniz Ereğli araştırmacılarını yanılgıya düşüren en büyük tuzak olmuştur. Bugüne kadar Karadeniz Ereğli tarihi hakkında kronolojik sıralama yapılmadığıiçin tarihçiler Karadeniz Ereğli hakkında değişik tarihi anlatımlarda bulunmuşlardır. Karadeniz Ereğli’nin kuruluş tarihi tarihçiler tarafından antik kaynakların etkisiyle M.Ö. 550 yılı olarak söylenmişse de, 1930’lu yıllarda Hitit yazıtlarının okunması sonucunda bu tarihlemenin gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkmıştır.
1990’lı yıllardan sonra Karadeniz Ereğli’de tesadüfen bulunmuş bazı tarihi eser parçaları Karadeniz Ereğli tarihinin M.Ö. 550 yıllarından daha geç dönemlerde başladığını desteklemiştir. Ayrıca tarihçilerin sadece Karadeniz Ereğli kent merkezinden elde edilen veriler ışığında hareket etmesi, Karadeniz Ereğli tarihi hakkında net sonuçlara ulaşılmasına engel olmuştur. M.Ö. 550 yılından yaklaşık 2000 yıl geride, M.Ö. 2500’lü yıllarda Karadeniz Ereğli ve çevresinde yerleşmelerin olduğu yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte bilimsel araştırmaların artması sonucunda Karadeniz Ereğli, efsaneler ile karışmış tarihinden kurtulacaktır. Karadeniz Ereğli tarihini M.Ö. 2500’lü yıllardan başlatmak, araştırmacılar için bir ışık ve teşvik olacaktır.Hazırlanan bu yayını bugüne kadar ki tüm tarih araştırma ve yayınlarından ayıran en önemli özellik ilk kez Karadeniz Ereğli tarihinin M.Ö. 2500’lü yıllardan başlatılmasıdır.
ACHERON VADİSİ
Yunan efsanesine göre Acheron, Güneş ile Toprağın oğludur. Olympos (Olimpos) tanrılarıyla devler arasındaki savaşta susuzluktan kırılan devlere su verdiği için Zeus tarafından lanetlenerek yeraltı ülkesine kapatılmıştır.
Acheron’u önce; M.Ö. 9.yy.’da yaşadığı bilinen Homeros, ardından Vergilius ve Ortaçağın büyük şairi Dante anlatmıştır.
Homeros, Odeisa adlı yapıtında;
“... geçtiğin zaman Okeanos’u geminle,
orada alçak kıyı var ve Persephone’nin koruluğu
uzun, uzun kavaklar göreceksin, kısır söğütler
derin anaforlu Okeanos’un kıyısına çek karaya gemini,
sonra çık yola Hades’in batalığına doğru,
orada Acheron’a Pyriphlegeton ve Kokytos akar
Styks’ten gelen sular da dökülür oraya...”
HADES’İN ÜLKESİ
Ölüler ülkesinin anlatıldığı bölgenin görünüşü ürkütücü olarak tasvir edilir. Ölü ruhların içeri girmesi de kolay değildir. Ölü ruhları Acheron ırmağından geçiren bir sandalcı vardır. Kharon ölü rahlarını geçirmek için para alır. Bu nedenle ölülerin ağızlarına bir obolos (metelik) konurdu. Para almazsa Kharon, ruhları kovar ve asla yumuşamazdı. Toprağa gömülmeyen ruhların ise Hades’in ülkesine ulaşması mümkün değildi. Gömülmeyen ruhlar yüz yıl havada gezinip dururlardı.
Bu efsanevi anlatım o kadar etkili olmuştur ki Yunanlılar ölüleri Hristiyanlığın ilk dönemlerindeki mağara ayinleri tasviri.ile birlikte değerli eşyalarını da mezara koymayı adet olarak edinmişlerdir. Yunanlılar, ölü ile birlikte “hediye parası” diye anılan bir tas içerisine 10 - 15 civarında para koymayı gelenekselleştirmişlerdir.
HERACLES
Heracles’in Ölüler Ülkesi’ne indiği zaman karşısına çıkan Kerberos ise Ölüler Ülkesi’nin bekçisidir. Yaşayanların içeri girmesini engeller, ölü ruhların da dışarı çıkmasına izin vermez. Herkül, Kerberos’u yeryüzüne çıkardığında salyasının toprağa düştüğü yerlerde zehirli bir bitki olan Akonit (haşhaş) yetişmeye başladığı söylenir. Kimileri bu otu Kaplanboğan olarak isimlendirir.
Ancak Olimpos tanrıları Athena ve Hermeias, Hades’ten çaldıkları görünmezlik maskını Herakles’e vererek Ölüler Ülkesi’ne görünmeden girmesini sağlarlar. ( Acheron vadisinde yapılan kaçak kazılar sonucunda insan yüzüne oturan mermer bir mask bulunduğu anlatılır. Bu maskın 1980’li yıllara kadar Karadeniz Ereğli’de yaşlı bir vatandaşın evinde bulunduğu anlatılır.
Olimpos tanrıları dünyayı bölüştüğünde Homeros, İlyada’da şu satırlara yer verir.
Posedion konuşur;
Dünya üçe bölündü, üçümüz de aldık payımızı,
kura çekildi, köpüklü deniz düştü bana..
Sisli karanlıklar ülkesi düştü Hades’in payına..
Hades, Ölüler Ülkesi’nin tanrısıdır. İsmi görünmez anlamına gelir. Hades, ülkesinden hiçbir zaman dışarı çıkmaz ve diğer tanrılar gibi eğlencelere katılmaz. Yalnız yılda bir sağlığını kontrol ettirmek için Olimpos dağına Paian tanrıya gider...
Argonautlar seferine katılan yarı tanrı Heracles, Acheron’a geldiğinde; Theseus’u kurtarmak için Ölüler Ülkesi’ne girer ve arkadaşını kurtararak Kerberosu da yeryüzüne çıkarır.
Homeros’tan yaklaşık yüz yıl sonra dünyaya gelen (MÖ.8.yy) antikçağın ilk şairi Hesiodos ise Kerberos’u;
“Ekidna azgın bir canavar daha doğurmuş,
Adı dile alınmaz Kerberos’u
Hades’in o tunç sesli, elli başlı
O aman vermez yırtıcı köpeğini” diye anlatır.
ARGONAUTLAR SEFERİ VE KARADENİZ EREĞLİSİ
Prof. Dr. Tayfun AKKAYA
Karadeniz Ereğlisi, Zonguldak’a bağlı bir liman kasabası olup, eski kayıtlarda Herakleia Pontike olarak geçer. Ereğli’nin antik adının menşei Yunan mitolojisi’nin efsanevî kahramanı Herakles’e dayanmaktadır. Grekçe Herakles (Latincesi: Hercules) adı, zamanla halk arasında “Ereğli” biçimine dönüşmüştür. Herakles, bilhassa Dor boylarının kahramanlık görüş ve anlayışlarını benliğinde toplayıp, bir ulusal kahraman niteliğini kazanmış ve aynı zamanda da insanın doğa karşısındaki mücadele ve metanet gücünün bir simgesi olarak kabul görmüştür. (1)
Herakleia Pontike’nın ilk kuruluş tarihi, hemen hemen tüm kaynaklarda M.Ö. 550 olarak gösterilmektedir. Bu tarih, Megaralı ve Boitialı Dor göçmenlerin bölgeye gelişine rastlamaktadır. Ancak ilgi çekici bir husus bu kentin ilk kuruluşu ve adlandırılışının efsanevî bir şekilde M.Ö. 1200’lere çıkarılışıdır. Tabi bu durumda kasabanın ilk kuruluşu hakkındaki tarihi gerçek kayıtları efsanevî bilgilerden ayırdetmek gerekmektedir. Çünkü, Herakleia Pontike’nın, M.Ö. 1200’lere çıkan Mariandyn (2) bir geçmişle ve kahraman kurucusu Herakles’le özdeşleştirmesi tamamen ideolojik bir amaca dayanmaktadır. Bu da Dor mitolojisini Mariandyn mitolojisiyle özdeşleştiren efsane yazımını başlatan Klearchos (M.Ö. 4. yy) zamanında olmuştur. Ünlü Yunan filozofu Platon’un öğrencilerinden olan Klearchos’un, Herakleia’da aristokrat idare hüküm sürerken başgösteren anayasa kavgaları ve politik karışıklıklar sonrasında hükümdarlığı ele geçirdiğini ve bundan sonra büyük bir ihtimalle ideolojik ve siyasî amaçlarla da uyuşan efsane yazımının başlatıldığını söyleyebiliriz.
İlk Çağ’ın büyük destansı öykülerinden olan “Argonautlar Seferi”nde Mariandynler’in ülkesinden söz edilir. Bu konu önce Dor şairi Pindaros tarafından işlendikten sonra tamamlanmış haliyle M.Ö. 3. yy.’da yaşamış ünlü mythos yazarı Apollonios tarafından anlatılır. Daha sonra Apollodoros tarafından da işlenmiştir.
Sefere çıkan Argo Gemisi, Karadeniz’in Kolkhis ülkesinde Altın Post’u aramaya giden kahramanlar için Usta Argos (Hızlı anlamında) tarafından yapılmış elli beş kürekli bir gemidir. Bu sefere katılan Argonautlar (Argo Gemicileri) Troya efsanesi kahramanlarından önceki kuşaktandır. Bunların en ünlüleri arasında Iason (Lat. Jason), Argos (gemi ustası), Tiphys (dümenci), Orpheus (ozan), Idmon, Amphiarasos ve Mopsos adlı biliciler, Boreas’ın oğulları Kalais’le Zetes, Kastor’la Polydeukes, Peleus’la Telamon, Meleagros ve Herakles yer almaktadır. Altın Post ise, bir zamanlar Athamas’ın çocukları Phriksos’la Helle’yi sırtına alıp, Yunanistan’dan Karadeniz’deki Kolkhis ülkesine kaçıran kanatlı koçun pöstekisidir. Kız kardeşi Helle Boğazları geçerken denize düşünce, Phriksos tek başına Kolkhis’e varır ve kendisini iyi karşılayan Aietes’e Zeus’a kurban ettiği koçun altından olan postunu verir. Aietes de bu eşsiz postu tanrı Ares’e adanmış bir korulukta saklar.
Altın Post’u getirmek zorunda kalan Iason, bu sefer için Yunanistan’daki tüm yiğitleri toplar ve Phriksos’un oğlu ünlü usta Argos’a bir gemi yaptırarak ve tanrıça Athena’dan yardım görerek yola çıkar. İlk durak Lemnos adasıdır, sonra Semendirek adasına oradan Mysia kıyılarına (Mudanya limanı) varır. Bir zorunluluk sonucu Herakles’i burada bırakarak hareket eden gemi Kadıköy’e ve Boğaz’a varır. Boğaz’ı geçip, Karadeniz’e açılan geminin ilk durağı Mariandynler’in ülkesi olur. Burada Kral Lykos, onları iyi karşılar. Ancak bir talihsizlik sonucu burada bilici Idmon ve dümenci Tiphys ölür. (3)
Bu yolculuğa başlanmadan önce bakılan falda da Idmon’un bu seferden sağ dönemeyeceği çıkmıştı. Şafak vakti Argonautlar, Kral Lykos’un hediyelerini gemiye götürürlerken sazlıkların içindeki bir yaban domuzu ürkerek Idmon’u boynuzlamak suretiyle öldürür. Argonautlar hemen domuzu öldürürlerse de Idmon’u kurtarmak mümkün olmaz. Üç gün yası tutulan Idmon, burundaki tepenin yamacına gömülür ve mezarın üstü tümsek şeklinde belirginleştirilerek anı olarak da bir zeytin ağacı dikilir. Bu ölümden dolayı olan gecikme sırasında dümenci Tiphys de bilinmeyen ve belki de Akheron nehrinin bataklıklarından gelen bir hastalıkta ölür. Tiphys de burunda arkadaşına yakın bir yerde gömülür. Böylece “Altın Postu Arayış” on iki günlük acılı bir gecikmeye uğrar. Iason’un ve Argonautlar’ın morali çok bozuktur. Ancak Ancaeus dümenci olarak Tiphys’in yerine geçer ve arkadaşlarını karamsarlıktan kurtararak, yola devam etmelerini sağlar.
Apollonios’un anlatımına göre Idmon ve Tiphys’in gömülü olduğu Acherusian höyüğü askerî bölge içine denk düşmekte olup, Tim Severin tarafından da üstü çimenlerle ve küçük ağaçlarla kaplı olduğu ifade edilmiştir. (4)
Bu tip mezarlar, iskeletler fethedilen topraklarda hak iddiası amacına hizmet etmiştir. Herakleia’ya kolonistler geldiğinde çok sayıda Grek kahramana ait kutsal mezarlar da bu kapsama giriyordu. Boitia kökenli Idmon ve Tiphys’in mezarlarının yanısıra Herakles’in arkadaşı Sthenelos’un mezarı da bunlardan biriydi. (5)
Herakles de Mariandynia’ya Kerberos’un peşinden gelmiştir. Bu Cehennem Köpeği’nin salyasının aktığı yerlerde zehirli Aconite (haşhaş) bitkisinin yetiştiği söylenir. Bu bitkiye Ereğli civarında rastlanmaktadır. Herakles yine efsaneye göre, Amazon Kraliçesi’nin mücevherli kemerini bulmaya gittiğinde de Mariandynia’dan geçmiş ve bölge halkına kabile savaşlarında yardım etmiştir.
Ayrıca Herakleia Pontike’nin efsanevî olarak Delphi Hatifi’nin (Boitia kökenli Idmon) kehanetine göre kurulduğu da efsanede yeralmaktadır. Trogus’un 16. kitabında sözü edilen bu efsaneye göre: Delphi Hatifi, bir salgın hastalıktan acı çeken ve Phokialılar’la savaş korkusuyla tehdit edilen Boitialılar’a eğer kötü yazgıdan kurtulmak istiyorlarsa Pontos kıyısında bir koloni kurmalarını ve bunu Herakles’e adamalarını buyurmuştur. (6)
Herakleia’nın kuruluşu hakkında bilgi veren kaynaklarla, kült ve efsanelerde bazı Boitia kentlerinin adı geçmekte olup, bu durum kentin kolonizasyonu sırasındaki etnik oluşuma ışık tutmaktadır. Bunlar arasında: Theban, Tangara, Thespiai, Potniai, Siphai ve Aphormion sayılabilir. Aynı şekilde, Krenides, Ochomenos, Thibais, Koralios, Orminion ve Posideion gibi adlar da Boitia varlığına işaret eder. (7) Altı Boitia kitabesinde de Herakleia’dan söz edildiği saptanmıştır. (8) Bu dolaylı kanıtlarla Herakleia’nın Dorlarca kolonizasyonu sırasında buraya gelen Boitialılar’ın aristokrat-jeneolojik bir yapısı olduğu anlaşılır. Bu adlar, aynı zamanda kültlerle ve mitolojik aktarımlarla da bağıntıya girer.
Kurnaz bir yönetici olan Klearchos kendini Herakleia’da hükümdar olarak göstermekten ziyade hakimiyetinin kaynağını tanrı katına dayamayı amaçlamış ve Mariandyn mitolojisini kendi siyasi emelleriyle bütünleştirmeye çalışmıştır. Böylece Dor kökenli mitoloji ile Mariandyn mitolojisi özdeşleştirilmiş ve kentin efsanevî kuruluşu M.Ö. 1200’lere çıkarılarak Mariandyn Kralı Titias (Oupios)’un Herakles’in yardımıyla hükümdar olduğu ve bu zaman süresince Mariandynler’in huzurlu bir yaşam sürdüğü ifade edilmiştir.
Bütün bu bilgilerin ışığında Herakleia’nın M.Ö. 1200’lerdeki kuruluş efsanesi ile ilgili aktarımların büyük bir ihtimalle Klearchos tarafından başlatıldığı anlaşılmaktadır. Ancak bu efsanevî kuruluşa dair karşılaştığımız anlatımları, Herakleia Pontike’nin gerçek kuruluş tarihi ile karıştırmamak gerekmektedir. Dolayısıyla yukarıda da belirttiğimiz gibi kentin gerçek kuruluş tarihini M.Ö. 550’lere denk düştüğü şüphe götürmez bir gerçek olarak açıklık kazanmaktadır. (9)
Antik çağdaki kuruluşundan günümüze kadar sürekli iskan edilmesi dolayısıyla, arkeoloji ve sanat tarihi bilimleri açısından dikkat çekici bir öneme sahip olan Karadeniz Ereğlisi, kültür-sanat ve uygarlık-sanat ilişkileri bakımından da son derece değerli veriler sunabilecek konumdadır. Bu bölgede yapılması elzem olan, kapsamlı arkeolojik hafriyatlarla tarihsel katların gün ışığına çıkarılması ve böylece Zonguldak gibi bir sanayi kentinin hemen yanındaki önemli bir kültür merkezinin, tüm yönleriyle ışıldamaya başlaması gerekmektedir. Böyle bir gelişme bölgenin mevcut turizm potansiyelini de kat kat arttırmış olacaktır.
DİPNOTLAR
(1) Herakles için bkz. Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul 1978, s.148-151; Alexander S. Murray, Who’s Who in Mythology, London 1988, s.245-265, lev. 30.
(2) Mariandyner’ler hakkında bkz. Walter Ruge, Mariandynioi maddesi, “RE”, XIV (1930) süt. 1747
(3) Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul 1978, s.56-57.
(4) Tim Severin, The Jason Voyage, The Quest for the Golden Fleece (=Jason Seferi, Altın Postu Arayış) Eylül 1985, Bkz. Ereğli’ye varış bölümü ve Apollonios’dan alıntılar.
(5) Tiphys ile Idmon’un mezarları daha M.Ö. 3. yy’da Apollonios tarafından bilinmekteydi. Herodoros tarafından da Herakleia’nın agorasında bir yabani zeytin ağacının yanında yer alan bir mezarın Akheron dağında bir domuzun öldürdüğü Idmon’un iskeleti olduğu ileri sürülmüştür. Bkz. “FGrH” 31 F 51. Bu durum açıkça Mariandynler’in yücelttiği ve daha sonar kolonistler tarafından Idmon-Agemestor’un mezarı olarak tespit edildiği ileri sürülen bir mezarı ifade eder. Bkz. Asheri, s.47, dipnot 77, Herodoros, “FGrH” 31 F 50 ve Promathides, “FGrH” 430 F 2.
(6) Asheri, s.44. Burada ayrıca, Trogus’un bu hikayeyi Theopompos’dan değil de Herakleia’nın yerel antik tarihçilerinden Mymphis’den kaynak olarak nakletmiş olabileceği ifade edilerek, hikâyede anlatılanlarla, M.Ö. 6.yy’daki Boitia tarihinin uyuştuğu ifade edilmiştir.
(7) Asheri, s.49.
(8) Asheri, s.50-51.
(9) Ayrıca bkz. Tayfun Akkaya, Karadeniz Ereğlisi’nin Tarihi Gelişimi ve Eski Eserleri, Troya Yayıncılık, İstanbul, 1994, s.10-15.
KISALTMALAR:
RE: Pauly-Wissowa, “Real-Enzyklopädie”
FGrH: F. Jacoby, “Die Fragmente der griechischen Historiker”
Asheri: David Asheri, Über die Frühgeschichte von Herakleia Pontike, şu eserde: “Herakleia Pontike, Forschungen zur Geshichte und Topographie (Denkschr. Ak. Wien, Phil. -hist. K1. 106): Forschungen an der Nordküste Kleinasiens (Ergünzungsbände zuden Titulu Asie Minoris, No.5), C.1, Yay. F. K. Dörner, Wien, 1972”, s.9-34.
TUNÇ ÇAĞI VE HİTİTLER DÖNEMİ (M.Ö. 2500 - 1200)
Tarihi kayıtlarda ve eski çağ tarih yazarlarının ve gezginlerinin yazılarında, Karadeniz Ereğli’den Heracleia Pontike olarak bahsedilmektedir. Birçok tarihçi tarafından Heracleia Pontike’nin kuruluşu M.Ö. 550 yılı olarak belirtilse de günümüzde Yunanlı göçmenlerin kenti yerli halktan aldıkları kesinlik kazanmıştır. İlk yerleşmelerin hangi dönemde olduğu kesin olarak bilinmese de son gerçekleşen arkeolojik kazıda M.Ö. 2500’lü yıllarda Karadeniz Ereğli’de bazı kabilelerin bulunduğu ortaya çıkmıştır.
Bu tarih Anadolu tarihi içinde Tunç Çağının ilk dönemine ve Hitit öncesi döneme rastlamaktadır. Yunanlı göçmenlerin ise Anadolu’ya girmeye başlamasına daha 1500 yıl vardır. Yazının henüz kullanılmadığı M.Ö. 2500’lü yıllarda tarihi buluş olarak kabul edilen çömlek icat edilmiş ve çömlek imalatına başlanılmıştır.
1800’lü yıllarda Avrupalı araştırmacılar tarafından Anadolu’da bulunan Hitit kalıntıları hem dünya hem Anadolu tarihini önemli ölçüde etkilemiştir. Binlerce tabletten oluşan Hitit devlet arşivlerinin okunması ve tam anlamıyla çözümlenmesi 1930’lu yıllarda gerçekleşince, Anadolu’da yeni uygarlıklar ortaya çıktı. Hitit Tabletlerinde, Anadolu’nun kuzeybatısında Palaca konuşan Pala halklarından bahsedilmektedir. Bununla birlikte Hitit arşivlerinde kuzeyden gelerek, sürekli Hititler ile savaş içerisinde olan Kaşka adlı halklardan da bahsedilir 2000 yılında Karadeniz Ereğli’ye 24 kilometre uzaklıktaki Zoroğlu Köyü’ndeki Yassıkaya’da yapılan arkeolojik kazılarda; Karadeniz Ereğli tarihi ile birlikte Türkiye tarihini de önemli ölçüde etkileyecek birçok tarihi eser ortaya çıkarılmıştır. Karadeniz Ereğli’de faaliyet gösteren bir fotoğraf kulübü ekibi tarafından doğa gezisi sırasında tesadüfen bulunan mağaralarda kazı çalışmalarının yapılmasıyla Karadeniz Ereğli tarihinin M.Ö. 2500 - 2200 yıllarına kadar uzandığı belirlenmiştir. Zoroğlu Köyü Yassıkaya bölgesindeki mağaralarda toprağın yüzeyinde ve 1 - 2 metrelik derinliklerde çömlek parçaları, gaga burunlu testiler, öğütme taşları, çakmaktaşı yapımı keskiler, terazi ağırlıkları gibi birçok kalıntı elde edilmiştir.
Kazı yönetimi, bulunan eserler üzerinde yaptığı değerlendirme sonucunda; parçaların bugüne kadar Batı Anadolu’da bulunan bulgulara benzemediğini belirtmiştir.
Prof. Dr. Turan Efe buluntular içerisindeki çanak çömleğin özgün bir yapısı olduğunu ve dolayısıyla bu kavmin Karadeniz Ereğli’ye göç yoluyla gelmiş olabileceğini belirtirken, M.Ö. 2000 yıl içlerine ulaşan bulguların Hitit metinlerinde adı geçen Kaşka kavmiyle ilgisi olabileceğini söyler. Kaşka kavmiyle bağlantının ortaya çıkmasının hem Anadolu tarihi için hem de Karadeniz Ereğli tarihi için çok önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Turan Efe, Yassıkaya bölgesinde ve Karadeniz Ereğli’de uzun süreli bilimsel araştırmalar ile önemli bulgulara ulaşabileceklerini de anlatır.
Hitit metinlerinde Kaşka kabilelerinin kuzeyde yaşadıklarından bahsedilir. Hititler M.Ö.1600’lü yıllardan itibaren Kaşka (Kaşga) Kavimlerinden; barbar, doğulu, ilkel, dağlı ve saldırgan olarak bahsederler. Hitit İmparatorluğunun yıkılmasında en önemli etkenin Kaşka kabileleri olduğu belirtilmektedir. Hititler, Anadolu’ya girdikleri M.Ö. 2000’li yıllardan itibaren yüzyıllarca Kaşka Kavimleriyle uğraşmış Kaşkalar ile sürekli savaşmak zorunda kalmıştır. Hitit belgelerinde; Hititlerin Karadeniz’e çıkmalarını engelleyen etkenin Kaşka Kavimleri olduğu belirtilir.
Antikçağ’ın Yunanlı anlatımcıları, Heracleia Pontike’den bahsederlerken yerli halk olarak Mariandynoi gibi bir halktan söz ederler. Bu halkın M.Ö. 1200’lü yıllarda Karadeniz Ereğli’de yaşadığını belirtirler. Helenler, Karadeniz Ereğli yerli halkından Mariandynoi olarak bahsederlerken bu kelimenin Helen dilinde herhangi bir anlamının bulunmadığı ve ekler yapılarak Helenleştirildiği görülür. Mariandynoi isminin Hitit uygarlığının içinde yer alan Luwi’lere ait Luwi dilindeki anlamına bakıldığında, “Yüce Ma’ya tapan halkın yurdu” olarak çevirisi yapılmaktadır. (Ma, ana tanrıça olarak kabul edilir.) Yine Karadeniz Ereğli’de Helenler tarafından kullanılan yer adlarının Helen dilinde bir anlamının bulunmaması ve Hititler tarafından kullanılan Luwi etkisinde oluşturulmuş adlar olması, Karadeniz Ereğli’de ve çevresinde Hititler dönemin de yerleşmeler olduğunu gündeme getirmektedir. Antik tarihçiler, Filyos (Teion) Irmağı’ndan itibaren Kaukon denen ancak Homeros ve Strabon döneminde kimliğini kaybetmiş yerli halktan bahsederler. Dolayısıyla arkeolojik buluntuların ışığında değerlendirme yapıldığında, Karadeniz Ereğli’de ilk yerleşmenin M.Ö. 550 yılında başlamadığı, M.Ö. 2500 - 2200 yılları arasında bölgede yaşayan yerli halkların bulunduğu ortaya çıkar.
ANTİK YUNAN'DA KARADENİZ EREĞLİ
Anadolu’ya M.Ö. 1000 yıllarında gelmeye başlayan Yunan boyları önce Marmara ve Egede koloniler kurarlarken bundan 500 yıl sonra, M.Ö. 550 yılında Karadeniz Ereğli’ye ulaşmışlardır. Bu nedenle M.Ö. 550 tarihi kentin kuruluş tarihi olarak kullanılmaya başlanmıştır. (Yunanlılar gittikleri bölgelerde toprak iddia etmek için kent ve yer isimlerini helenleştirme ideolojisini uygulamışlardır.)
Karadeniz Ereğli’nin bu tarihlerde Heracleia Pontike olarak adlandırıldığını görmekteyiz. Yunanistan’dan, Çanakkale üzerinden gelen Megaralı ve Boitalı Dor göçmenler kentin güç kazanmasını sağlamışlardır.
Karadeniz Ereğli’de M.Ö. 550’li yıllarda ilk Yunan yerleşmesi başladığında aynı zamanda Persler de Anadolu’ya girmiş ve Manisa’ya kadar olan bölgeyi topraklarına dahil etmişlerdir.
Heracleia Pontike yöneticileri Perslerle iyi ilişkiler kurmayı başarmışlar ve zamanla ilişkilerini geliştirmişlerdir.
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunan M.Ö. 530 yılında Heracleia Pontica’da yapılan Tran Başı Büstü’nün Pers etkisi taşıması, Perslerin Heracleia üzerindeki etkisinin en büyük göstergesi olarak kabul edilmektedir. (Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal M.Ö. 530 yılına ait Karadeniz Ereğli’de bulunmuş bu tran başı büstünü Anadolu’daki Doğu Helen Portre sanatının ilk örneği olarak belirtmekte, dünyanın en önemli sanat tarihi eserlerinden biri olduğunu söylemektedir.)
Ksenophon liderliğindeki Yunan ordusunun (onbinler) yolculuklarının son döneminde gemilerle birlikte Heracleia Pontike’ye uğramaları (M.Ö 400), Heracleia için bir dönüm noktası olmuştur. Gemilerden inipHeracleia halkından gıda yardımı isteyen Onbinler ordusu arasında anlaşmazlıklar çıkınca ordu 3’e bölünür. 1. bölüm denizden yolculuğuna devam eder, kalanlar ise karadan yolculuklarını sürdürmeye karar verirler. Ancak Heracleia’da kaldıkları 6 günlük süre içerisinde Heracleia’yı yağmalarlar ve kentte, sonraki dönemlerde tranlara karşı ayaklanmaların başlamasına neden olurlar.
Anadolu’da Lidyalılar M.Ö. 650 - 600 yıllarında sikke kullanımına başlarlarken, Heracleia Pontike’de kent adına ilk sikkelerin M.Ö. 394 - 364 yılları arasında basımının gerçekleştiğini görüyoruz. 4.9 gramlık ilk gümüş para üzerinde, Heracles ve boğa figürleri kullanılmış olmasına rağmen bu paranın hangi tranlar döneminde basıldığı bilgisine ulaşılamamıştır. Ancak sikkenin kentin kurucusu Heracles’e itafen basıldığı belirtilmektedir.
M.Ö. 400’lü yıllarda yaşayan Pontos'lu Herakleides ise; dünyanın kendi ekseni etrafında 24 saatte döndüğünü söylemiştir. Eflatun'un öğrencisi olan Pontos'lu Herakleides, Eflatun'un ölümünden sonra Akademi'yi yönetmiş ve felsefe ile bilim konularında önemli eserler vermiştir. Hayatının ikinci yarısını Herakleia Pontice'de sürdüren Herakleides, dünyanın kendi ekseni etrafında 24 saatte döndüğünü söyleyen ilk bilim adamı ünvanı ile yaşadığı dönemlerden sonra da önemini sürdürmüştür.
Platon'un öğrencilerinden Heracleia Pontike'li I. Klearchos yönetim karmaşasının yaşandığı bir dönemde Heracleia'ya gelerek, halkı zenginlere karşı ayaklandırır ve krallığını ilan eder. M.Ö. 364 yılında hükümdarlığını ilan eden I. Klearchos krallığı döneminde Anadolu'yu baştan sona etkileyen ve Anadolu'daki en güçlü Yunan krallarını yıkan Perslere karşı bağımsızlığını koruyabilen Heracleia, I. Klearchos'un ölümünden (M.Ö. 352) sonrada Karadeniz kıyılarındaki egemenliğini ve genişlemesini sürdürmüştür. I. Klearchos döneminde; şehirde büyük yapılanma başlamış ve Platon’un öğrencisi Klearchos ilk kütüphaneyi kurmuştur. M.Ö 400 - 300 yılları arasındaki dönem Herakleia Pontike için Büyük Yayılım Dönemi olarak kabul edilir.
Deniz ticaretinin ve tarımsal gelişmelerin ardından Heracleia siyasi gücünü artırmış ve koloniler kurmuştur. Heracleia bu dönemde Kallatis (Romanya’da Dobruca Bölgesinde kıyı kasabası) ve Khersonesos (Rusya’nın Kırım Bölgesi, Kırım Yarımadası) adlı kolonilere sahiptir.
Anadolu’da ise; şehrin doğu ve batı kıyıları boyunca genişlemiş, batıda; Cales (Kales - Alaplı), Diospolis (Akçakoca), Apollonia - Thynia (Kefken Adası) ve Karpeia (Kefken), doğuda; Sandareke (Zonguldak), Teion (Filyos), Sesamos (Bartın - Amasra), Kromna (Bartın - Kurucaşile), Kytoron (Kastamonu - Cide) ve Sinope (Sinop) kadar ki bölgede etkili olmuştur. Bu gelişmede en önemli unsur Heracleia’nın sahip olduğu güçlü donanmasının etkisidir.
I. Klearchos’un ölümünün ardından yönetime Satyros adlı tranın geçtiğini bilmekteyiz. (M.Ö 352 - 345) Daha sonra Heracleia yönetimine Dionysos ve Timoteos tranlarının (M.Ö. 345 - 337) geçtiğini görüyoruz. Siyasi başarıları nedeniyle Heracleia’yı hem Persler’e karşı hemde Büyük İskender’e karşı korumayı bilmişlerdir.
Dionysos tek başına kral olduğu dönemde (M.Ö. 337 - 305) Büyük İskender Anadolu’ya girmiş ve Perslerle savaşmaya başlamıştır. İskender’in M.Ö. 324 yılında Persler’i yenmesi sonucu İskender, etrafındakileri Pers kızları ile evlenmeye zorlamıştır. Bunun üzerine Heracleia Kralı Dionysos, Pers Kralı III. Darius’un kardeşinin kızı Amastris ile evlenerek (M.Ö 320),
Anadolu ve Karadeniz Ereğli tarihini etkileyen bir sürecin başlamasına neden olmuştur.
Dionysos’un M.Ö. 305 yılında ölümünün ardından tahta geçen Amastris,Trakya kralı Lysimachos’un saldırılarından kenti korumak için onunla evlenmek zorunda kalmıştır. Bu dönemde Heracleia ticari olarak zenginliğini artırmaya devam etmiştir.
Amastris Heracleia’nin zenginliğini ispatlarcasına kendi adını taşıyan Amastris (Amasra) şehrini kurar ve kendi adına ilk sikkeyi bastırarak Amasra’yı yönetmeye başlar. (M.Ö. 300 - 288) Bu arada Heracleia’da II. Kearchos ve Oxathres tranlık dönemi (M.Ö. 305 - 286) başlamıştır.
Ancak, annelerinin hareketlerini benimsemeyen oğulları Klearchos ve Oxathres, Amastris’i öldürürler. (M.Ö. 288) Bu yıllarda Heracleia’da yönetim karmaşası görünür. Amastris’in öldürüldüğünü duyan Amastris’in eski kocası Trakya Kralı Lysimachos Heracleia’ya gelerek şehrin başına geçer. (M.Ö. 286) Amastris’i öldüren çocuklarını M.Ö. 286 yılında idam ettirir. Şehrin hazinelerini talan eden Trakya kralı, idareyi halka bırakıp gider.
Ancak Trakya kralının ölmesinin (M.Ö. 281) ardından ayaklanan Heracleia halkı, kentte büyük bir yıkım olmasına neden olur. Bütün kent surları temellerine kadar yıkılır. Ayaklanmaların ardından Cumhuriyet rejimine geçen Heracleia halkı, Bithynia, Bergama ve Suriye İmparatorluğunun saldırılarına karşı topraklarını korumayı başarır.
Daha sonraki yıllarda Galatia’lara karşı Bithyniaları destekleyen Heracleia’lılar I. Antiochos’un yönetimi altındaki (M.Ö 280 - 261) Galatia’ların saldırılarına maruz kalmış ve kent yağmalanmıştır. Kentin yağmalanmasının ardından Galatia’ya karşı savaşlarda Mısırlılar’la iyi ilişkiler kuran Heracleia halkı, Mısır Kralı II. Ptolemaios’un yardımlarıyla kenti yeniden inşa etmişler ve gönderilen Marmara Adası`ndan mermerler ile Heracles adına şehirde tapınak yapmışlardır.
Heracleia`nın önceki yıllardaki savaşlarda destek verdiği Bithynia ile arası M.Ö. 2000’li yıllarda bozulmuş ve saldırılar sonucu Bithynia’ya topraklarını kaptırmıştır. Sakarya Irmağı, Bartın Çayı ve Filyos arasında kalan topraklar Amasra dahil, 200 yıllık Heracleia hakimiyetinden sonra Bithynialar’a geçmiştir.
ROMA DEVRİNDE KARADENİZ EREĞLİ
Heracleia Pontike, güçlü donanması sayesinde elinde kalan toprakları Galataialara karşı korumayı başarmıştır. Romalılar Anadolu’ya girmeye başladığında topraklarını geri alabilmek amacıyla M.Ö 187 yılında Romalılarla anlaşma imzalayan Heracleia, Roma desteğine rağmen kaybettiği toprakları geri alamamıştır. Roma - Pontos Savaşlarında Roma’yı destekleyen Heracleia güçlü donanması nedeniyle Romalılar tarafından kullanıldığını anlayınca, Romalılardan kaçan Pontos Kralı Mithradates’i ve 4000 kişilik ordusunu Heracleia’nın kent surları içinde saklamıştır. Pontos Kralı da ordusunu Heracleia’da bırakıp rahatça ülkesine dönmüştür.
Romalılar ise Heracleia halkının yaptıklarına kızarak, M.Ö. 72 - 70. yıllarda 2 yıl süreyle kenti kuşatmışlar ancak kenti almayı başaramamışlardır. Fakat Heracleia’da veba salgını başlayınca kente girmeyi başaran Romalılar, kenti baştan sona yağmalayıp, yakmışlardır.
Kenti yağmalayan Romalı komutan Cotta, Karadeniz İmparatoru ünvanını almasına rağmen Roma Meclisinde Heracleia’yı gereksiz yere yağmaladığı için yargılanmıştır. Romalılar kente özgürlüğünü geri vermişler ve Augustus döneminde kentin yeniden inşasına başlamışlardır.
M.Ö. 63 yılında Amasya’da doğan Strabon ünlü coğrafya kitabını yazmaya M.Ö. 7 yılında başlar ve Karadeniz Ereğli gezisini de anlatır. Kentin limanlarının geliştiğini ve kolonileri ile birlikte değerli olduğunu anlatır. Strabon Hercleia’da bıldırcın otu denen bir bitkinin yetiştiğini şehrin Kalkedon’dan (İstanbul) 1500 stadion (262 km.) Sangarios Irmağından (Sakarya) 500 stadion (88 km.) uzaklıkta bulunduğunu söyler.
Romalıların bir eyaleti konumunda gelişimini sürdüren Heracleia’da M.S. 100’den itibaren Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Andreas’ın girişimiyle Hristiyanlık gelişmeye başlamıştır. Hristiyanlığın gelişimi Galataia’lıların dikkatini çekmiş ve Heracleia’daki gelişimi engellemek için Hristiyanlara yoğun baskı yapmışlar ve birçok insanı öldürmüşlerdir.
Heracleia, baskılar arasında kentin gelişimini sürdürebilmiştir. Bu arada Roma İmparatorluğu’nun Anadolu’ya getirdiği barış ortamı, Karadeniz Ereğli’de özellikle M.S. 200 yıllarından itibaren kamu binalarının ve su kanallarının yeniden hızlı bir şekilde yapılmasını sağlar. Kente amfitiyatro kurulur. Ayrıca dönemin sikkelerinde bu tiyatronun figürleri kullanılır.
Karadeniz Ereğli’de yol kazıları sırasında bulunan bir anıt, M.S. 200 - 300 yılları arasında kentteki kültür ve gelişmişlik seviyesini görtermesi açısından son derece önemlidir.
Dönemin ünlü Pandomim sanatçısı Krispos adına yapılmış bu mezar anıtı üzerindeki kitabede şunlar yazılıdır.
“Mezarlar insanların en son evleri ve en son duvarlarıdır. onlar bedenlere evlerden daha sadıktırlar. Onlardan kalan akıtılan gözyaşları ve ölülerin sonsuza dek kalacak fani olmayan miraslarıdır. Ölüm uykusundan sonra artık vücudun güzelliği geri alınamaz. Burası bir sukun şehridir. Çıplak olarak taşınıp içine gömülünen sağlam ebedi istirahatgah. Ebedi evdir.
Bu nasıl bir mezardır ve burada yatan kimdir?
Hayatta kazanılan zaferlerin nefrete layık abidesidir. Taş ve toprak olanın işaretleri. Ölülerin mezar taşları suskun harflerinizle öleni dile getiriniz. Vücudunuzu yitirip telef ettikten sonra hangi insan buraya ismini verdi?
Ölü insan Krispos.
Fariz Ülkesinin (Mısır) ve başak taşıyan Nil Nehri’nin vatandaşı, bu anıtın altında yatmaktadır.
BİZANS DEVRİ'NDE KARADENİZ EREĞLİ
Roma İmparatorluğu’nun M.S. 395 yılında Bizans ve Roma olarak ikiye ayrılmasıyla Bizans hakimiyetinin başladığı Heracleia’da, Bizans İmparatoru II. Theodosios (M.S. 408 - 450) döneminde Hristiyanlar zafer kazanırlar. Bu tarihlerde kentin büyük bir deprem yaşadığı ve Bizans İmparatoru II. Theodosios’un kente gelerek yeniden inşası konusunda gerekli desteği verdiği bilinmektedir.
M.S. 8. yüzyılda Arap akınları İznik’e ulaşmış ancak Heracleia, bu akınların dışında kalmıştır.
Türklerin 1071 yılından itibaren Anadolu’ya girmesiyle Heracleia Türk kuşatmalarına sahne olmuş ancak Türkler başarılı olamamışlardır.
Bu tarihlerde dini yapılaşmanın yoğun olduğu Heracleia, Bolu’nun (Klaudiopolis) Piskoposluk merkezi olmasıyla, İmparatorluk tarafından Bolu’ya bağlanmıştır.
Ancak Bolu’nun Türkler tarafından alınması sonucunda kent yeniden önem kazanmış tekrar Metropolis olmuştur.
1204 yılında Kommenos Hanedanından David’in Heracleia’yı hakimiyeti altına aldığı görülür.
Heracleia bu dönemde Trabzon İmparatorluğu’nun batı kalesi olarak kullanılmıştır. 1204 - 1205 yıllarında şehrin surları yenilenmiştir.
Karadeniz Ereğli’de bulunmuş bir kitabede (kitabenin yeri bugün bilinmemektedir) kentin yeniden yapılanması konusunda şunlar yazılır;
Kızıl yeşil Yunan meşalesini yakan Büyükbabası hükümdar Andronikos O ıslak temel üzerine yeni bir fener yaptı zamanın yıktığı şeyi yeniden yaptı muhteşem bir sanatla bütün Heracleia’yı yaptı 1206.
Kommenos Hanedanı’ndan David, Kommenos Devleti’nin Hükümdarı Andronikos’un küçük torunudur. David, Heracleia’da yaptıklarının dedesine ithaf etmiş görünmektedir.
İznik İmparatoru Theodoros 1214 yılında Heracleia’ya saldırarak David’den kenti almış ve Sinop’a kadar olan tüm bölge İznik İmparatorluğu’nun hakimiyetine girmiştir.
1261’de İznik İmparatorluğu İstanbul’u yeniden Latinlerden geri alınca, Heracleia tekrar Bizans İmparatorluğu sınırlarına dahil olmuştur.
Gittikçe kan kaybeden Bizans İmparatorluğu, Karadeniz’deki hakimiyetini korumak için Cenevizliler’e bazı ticari avantajlar sağlamış, anlaşmalar imzalamıştır (1261). Bu dönemden sonra Heracleia, Cenevizliler’in kontrolü altına girer ve Ceneviz kolonisi olur.
Selçukluların Anadolu üzerindeki baskısı Moğollar tarafından kırılmış ancak bu kez de 1269 yılında Heracleia’yı Moğollar kuşatmışlardır. Ne var ki Moğollar, tüm saldırılarına rağmen şehri ele geçirememişlerdir.
Osmanlılar, Anadolu’da genişlemeye başlarken ve Türkler Anadolu’nun birçok kentine hakim olurlarken, Heracleia, kendini diğer Bizans kentlerine göre uzun bir süre Osmanlılara karşı koruyabilmiştir.
OSMANLILAR DEVRİ'NDE KARADENİZ EREĞLİ
Osmanlılar’ın yükselişi ile birlikte, Bizans egemenliğindeki Heracleia’nın da bağlı olduğu İznik kenti 1337 yılında Türk hakimiyetine girmiştir. Şehir, 1337 yılında Gazi Çelebi tarafından ele geçirilmiş ancak kısa bir süre yeniden Cenevizliler’in kontrolüne girmiştir. Cenevizliler 60 yıla yakın bir süre kentin hakimiyetini sürdürmeyi başarmışlardır.
1404 yılında Heracleia’ya gelen Clavijo adlı gezgin, şehrin Bizans İmparatoru II. Manuel tarafından 1393 yılında para karşılığı Yıldırım Beyazıt’a satıldığını anlatır.
Bu tarihten sonra Karadeniz Ereğli’de hızlı bir Türkleşme dönemi başlar. 1402’deki Ankara Savaşı’nın ardından Karadeniz Ereğli, Süleyman Çelebi’nin kontrolüne geçer.
1654 yılında Don Kazakları Karadeniz kıyılarını yağmalamaya başlar. Karadeniz Ereğli de bundan nasibini alır.
Kazakların yağmasından kurtulmak isteyen Osmanlılar, Yeniçerileri Karadeniz Ereğli’ye göndeririler. Ancak kent bu kez Yeniçeriler tarafından, Kazakları aratır şekilde yağmalanır.
1703 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nda gemi yapım merkezi olarak belirlenen bir kaç bölgeden biri de Karadeniz Ereğli’dir.
1800 ’lü yılların başına kadar ayanlıkla yönetilen Karadeniz Ereğli’ye; Safranbolu, Bartın ve Devrek bağlanmıştır.
1839 ‘da Safranbolu ve Bartın, Karadeniz Ereğli’den ayrılmıştır.
1838 yılında şehre gelen gezgin Eduard Bore, 3 gün Karadeniz Ereğli’de kalır ve Cehennemağzı Mağaralarını bulur. Bunu 1840 yılında seyahat notlarını anlattığı kitabında dile getirir.
1829 yılında Karadeniz Ereğli’de yeni bir dönem başlayacaktır. Karadeniz Ereğli’nin Kestaneci Köyü’nden Uzun Mehmet adlı bir köylü gezinti yaptığı sırada taş kömürünü bulacak ve Osmanlı sarayını bu buluştan haberdar edecektir.
1848 yılında Abdülmecit zamanında kömür ocakları işletmeye açılır.
1853 yılında Kırım Savaşı sırasında kömür işletme hakkı İngiliz ve Fransızlar’a devredilir.
Kömür işletmelerinin çalışmaları nedeniyle bölgeye insan göçü başlar. Bölgede sadece Tük nüfusu değil aşırı bir şekilde, Rum ve Ermeni nüfusu artışı gözlenir. (1860-1890) Rumlar ve Ermeniler Karadeniz Ereğli ticaretini ellerine alırlar.
1869 yılında Karadeniz Ereğli’de Kaymakamlık teşkilatı, 1880 yılında ise Belediye Teşkilatı kurulmuştur.
1914 yılında I. Dünya savaşının başlaması ile birlikte kömür ocaklarının işletim hakkı Almanlar’a verilir. Buna kızan Ruslar, 2 yıl süreyle Karadeniz Ereğli kıyılarını sık aralıklarla bombardımana tutarlar.
1920 - 1923 yılları arası Kurtuluş Savaşı’na katkılar sağlayan Karadeniz Ereğli’de, 1923 yılından itibaren büyük değişimler başlar.
1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan arasındaki nüfus mübadele anlaşması gereği Karadeniz Ereğli’deki Rum ve Ermeniler bölgeyi terketmek zorunda kalırlar. Mübadeleden sonra Karadeniz Ereğli’nin Yalı Caddesi denen bölgesinde yoğunlukta olan azınlık vatandaşlardan geriye sadece arsa tapu kayıtları kalmıştır.
(Tapu kayıtlarında mevcut binanın veya arsanın yerini belirlemek için etrafında bulunan belirgin özelliklerde açıklanır. Karadeniz Ereğli’deki bir şahsa ait olan tapuda olduğu gibi “sağı Arnabutoğlu Yorgi Veledi Hıristo, solu Abacıoğlu İstifan Veledi Yorgi arsası...”)